|
Emrullah Efendi'nin Hocalı'daki mezarının taşı |
EMRULLAH EFENDİ
Devletlerin kuruluş, yükselme, gerileme, çöküş devirleri olur. Yakın tarihimizde Osmanlı Devletinin bu devirleri nasıl yaşadığını bazılarımız bilir. Çöküş dönemine tanık olan bazı büyüklerimizin anlattıkları ibret vericidir. Bir devletin bir bölgede otorite boşluğu olursa bu boşluğu doldurmak isteyen kötü niyetli insanlar ortaya çıkar. Yöremizde yaşamış olduğunu bildiğimiz eşkıya ve efe öyküleri bunlara örnektir. Neyse ki anlatılanlar sadece bu kötü örnekler değildir. Böyle devirlerde yaşamış akıllı, bilgili ve iyi niyetli insanlar da vardır. Bu bilgili iyi niyetli insanlar toplumların umutsuz, kara günlerinde onlara umut olmuşlar, ufukta bir ışık gibi yol göstermişlerdir. Toplumu meydana getiren bireylerin daha fazla yozlaşmasını önleyen onların birlik olmasını sağlayan sanki bir çeşit tutkal olmuşlardır. Eskilerin anlattığına göre Emrullah Efendi toplumun bağrına bastığı bu tür kişilerden biridir. İnsanlarımız bu tür kişileri unutmamıştır. O zaman yaşanan olaylar dilden dile anlatılıp günümüze kadar gelmiştir. Ancak dilden dile aktarılırken bazı değişiklikler olması olasıdır. Bazı eklemeler, bazı çıkarmalar olması mümkündür. İnsanlar sevdiği insanları bazen görmek istediği gibi, olmasını istediği gibi de anlatmaktadır. Olmasını istediği bir olayı da ona yakıştırıp olmuş gibi anlatmaktadır. Olmasını istediği gibi aktarınca olaylara mistik bir hava veriliyor, kişi efsaneleşiyor. İşte Emrullah Efendinin yaşadıkları da dilden dile aktarılırken böyle bir süreçten geçmiş, efsaneler haline dönmüştür.
Emrullah Efendi kimdir?
Emrullah Efendi Manavgat – Ahmetler nüfus defterinin birinci sırasında kayıtlıdır. Emrullah Efendinin yaşadığı zamanlarda Hocalı köyü Ahmetlerin bir mahallesiymiş. O nedenle Emrullah Efendi Hocalı köyünde yaşasa da Ahmetler nüfus kütüğü defterine kayıtlıdır. Yaz aylarında Dipsizgöl, Taşlıboğaz denilen Hocalı yaylasına çıkmıştır. Orada Bozkır köyleri ile Akseki köylerinden çimi ile komşu olmuş, onlarla iyi ya da kötü komşuluk ilişkileri yaşamıştır. Kendisi akıllı, bilgili bir kişidir. Keramet sahibi olduğu söylenir. Şimdi bu anlatılanlardan birkaçına göz atalım:
…
Anlatan: Emrullah Efendi’nin torunu, Mehmet Akar
Dedem büyük olasılıkla Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamış.
O zamanlar Geriş’te medrese varmış. Dedem medresede okumuş. Okul bitince, bilgisiyle konuşmalarıyla dikkati çekmiş. Konya’da bir bilgi yarışması olacağı duyulmuş. Dedeme “Sen de katıl” demişler. Dedem de katılmış, birinci olmuş. Yarışmayı düzenleyen oranın yöneticisi çıkarmış bunu kürsüye. Takdim etmiş. Sonra da dinleyenlere :
“Bakın, dağdan inen abalı yarışmayı kazandı. En iyimiz o.” demiş.
Konya’nın en iyisi olunca dedem halk arasında da devlet dairelerinde de iyice tanınmış. Bizim yaylayı dedem üzerine tapulatmış. Yakayurt dedemin üzerine tapulu. Hatta Sülek yaylası da bu tapunun içinde. Dedem hayır işlerini de severmiş. Püser boğazına yaptırdığı sarnıç hala kullanılıyor. Önceden üstü tahta ile örtülüydü. Sonradan torunlarından Uzunkale’den İnce Ali üstünü beton yaptırdı.
Dedemin keramet sahibi olduğu söylenir. Buna dair şöyle bir olay anlatılır. Dedemin arkadaşları bir gün dedemi yaylada ziyarete gelmek için toplanmışlar. Biri demiş ki:
“Bizim arkadaş biz varınca bir kovan bozsa, ak erkeci de kesse ne hoş olurdu.”
Neyse gelmişler dedemin yanına. Hoş beşten sonra dedem çağırmış adamlarını:
“Hadi bakalım oğlum. Misafirlerimiz geldi. Bir kovan bozun, ak erkeci de kesin.”
Misafirler bakışa kalmışlar.
…
Yine bir gün dedemle birkaç arkadaşı Hocalı’dan yaylaya gitmek için yola çıkmışlar. Gülen Dağı içinde bir yere gelince ikindi vakti olmuş. Namaz kılacaklar ama abdest almak için yakında su yok… Dedem elindeki bastonunu yere bir iki kere vurunca yerden bir su fışkırmış. Abdestlerini almışlar, namazlarını kılmışlar. Yürüyecekler, dedem suyun olduğu yere bastonunu gene tıklatmış. Su kaybolmuş. Arkadaşlarından biri sormuş:
“Suyu neden kaybettin? Aksaydı ya…”
Dedem:
“O su bize abdest için gerekliydi. Abdestimizi aldık, onun görevi bitti.”
Dedem hakkında buna benzer olaylar anlatılır. Ama şu bir gerçek: O, derin bilgi sahibi, “ulema”dan biriymiş.
…
BEY ÇUKURU EFSANESİ
Kaynak kişi: Hasan Koç
“Bu Emrullah Efendi denilen hoca, mektep medrese görmüş, çok okumuş bir âlimmiş. Âlim olmaktan öte keramet sahibi ulu bir kişiymiş. “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” derler. Emrullah Efendi de seferberlikte yaşamış ki darda olan, zorda kalan insanlara yardımcı olmuş. Çevresi de ona sıkı sıkıya sarılmış, onun kerametlerini dilden dile dolaştırmış.
Hoca Efendi Hocalı’da yaşamış. Fersin’de, Ahmetler’de de akrabaları var. Fersinden Ali Efendi’ye kızını vermiş. Ali Efendi de Ahmetler’den Hacı Hatıp’a kızını vermiş. Yörük kökenli olduğu için yaylaya da çıkarmış. Bu nedenle yaylada Hocalı’ya komşu olan köyler de onu tanımakta, anlatmaktadır. Akseki’den yukarıda, Püser boğazındaki sarnıcı Emrullah Efendi yaptırmış. Eskiden de faydalanılırdı, şimdi çocukları üstünü beton yaptırmışlar, gelen geçen herkes suyunu kullanır.
Derler ki, şimdi Beyçukuru denilen yer o zaman çukur değil, düzlükmüş. Oraya Göktepe derlermiş. Çimi Beyleri Göktepe’ye yaylaya çıkarlarmış. Göktepe Hocalı yaylasına komşudur. Seferberlik zamanında her yerde bir otorite boşluğu olduğundan kim güçlüyse o haklıdır. Güçlü olan ötekinin malını, sürüsünü sürer gider, sahiplenirmiş. Böyle işler o devirde olağan sayılırmış. Göktepe’deki Çimi Beyleri, paşalar güçlü takımındanmış.
Bir gün Emrullah Efendi’nin obasından otuz tane davar sürülmüş. Sonra davarların Göktepe’de Çimi Beyleri’ne gittiği haberi alınmış. Hocayı davarları geri istemesi için Göktepe’ye yollamışlar. Hoca Göktepe’ye gelmiş, ileri gelenlere durumu anlatmış, davarları istemiş. Çimililer hocayı dövmüşler, hakaret etmişler, kovmuşlar. Hoca oradan ayrılmış. Bir su başına gelmiş, bir abdest almış, iki rekât namaz kılmış, bir dua etmiş… Duanın ardından hava kararmış. Bir fırtına, bir sel, bir toprakta bir yıkıntı, bir çöküntü… Bu selde, yıkıntıda beyler de adamları da boğulmuş, ölmüş. Evler toprağın altına gömülmüş. Üç beş Çimili canını zor kurtarmış… Çimililer bu felaketten sonra Göktepe’ye gelip bakmışlar, yayla yerinde yok. Yaylanın yerinde kocaman bir çukur var. Oraya o günden sonra Bey Çukuru demeye başlamışlar. Kalan Çimi Beylerinin çocukları da o tarihten sonra yaylaya çıkmaz olmuşlar. Yaaa, işte böyle… Emrullah Efendi de de, orada bir dur. Hoca büyük keramet sahibi adammış.”
…
BU ADAM ERMİŞ Mİ?
Emrullah Efendi’nin kendi köyünde de buna benzer kerametlerini anlatırlar.
Hocalı’da Sadık deyi birisi varmış. Sadık denilen adam Emrullah Efendi’nin köylüsü ya, beraber iş de yaparlarmış bazen. Bir gün Gülen Dağına arı bulmaya gitmişler. Orta Taşlıca’ya gelmişler. Çıkmışlar bir yüksek kayanın üstüne oturmuşlar. Kav, çakmak, tezek, bal, kese, torba, kovan, tuluk, başlık gibi arı yakalama malzemeleri mevcut. Yakmışlar dumanı. Koymuşlar bal kildenini ortaya. Az sonra arılar başlamış gelmeye. Emrullah Efendi arıları nerden geliyor, nere gidiyor gözlemiş bir süre. Sonra yardımcısına:
“Karşıdaki kayanın altında arı var. Git bak gel bakayım.”
Sadık bakar gelir,”var” der.
“Şu dere kenarındaki yarılganı bak gel!”
Sadık bakar gelir, “var” der.
“Şurayı bak gel…” “var…”
“Burayı bak gel…” “var…”
“Şu karşı tepedeki yaşlı ağacı bak gel!”
Sadık gider, karşı tepedeki yaşlı ağaca bakar ki, bir arı var, ötekilerin hepsinden kuvvetli. Aklına bir hayınlık gelir. “Bu arıya yok desem de yarın kendim gelip yalnız alsam bunun hepsi benim olur. Bölüşmeyiz.” Geri döner.
“Yok!” der.
Emrullah Efendi şaşırır.
“Allah, Allah… Olması gerekirdi yahu, iyice baktın mı?”
“Baktım yok.”
Öteki arıların balını bozarlar, tuluğa doldururlar. Arıları da kovanlara, doldurup köye dönerler. Arıları da balı da bölüşürler.
Sonraki gün Sadık malzemelerini alır, gizlice köyden çıkar. Gelir Taşlıca’ya. Hayret, tepedeki yaşlı ağaçta arı da yok, arının izi de yok… “Acaba yanıldım mı?” diye çevresine bakınır. Karşı tepeye filan bakar. Yanlışlık filan yok. Dünkü vızır vızır uçan en kuvvetli arı kaybolmuş. Yer yarılmış, dibine girmiş. Sadık hem şaşırmış, hem korkmuş. Kafası karmakarış dönmüş Hocalı’ya. Eli boş geri dönerken söylenmiş:
“Dünya etme bulma dünyası. Demek ki her kuşun eti yenmez. Bunu öğrensem iyi olacak.”
Sadık öyle demiş ama bu olaydan ders almamış. Gene şeytana uymuş.
Anlattıklarına göre hoca yayladaymış. Demek ki yaz günü. Sadık kendi kendine “Hele gideyim hocanın köydeki evini soyayım” diye düşünmüş. Yaz günü Hocalı çok sıcak olduğundan köyde kimsecikler kalmazmış. Köy bomboş… Ev soyması peynir ekmek yemek kadar kolay… Yaylada bir sabah kalkar bakar hoca karşıda evinin önünde abdest alır. Hocayı yaylada, Taşlıboğaz’da bırakır yola çıkar. İkindiye Hocalı’ya gelir. Hocanın evinin yanına gelir. Gözlerine inanamaz. Emrullah Efendi köydeki evinin çardağında abdest alıyor gene. Ne olduğunu anlayamaz. Orada hocaya görünmeden yaylaya geri döner. Sabaha Taşlıboğaz’a çıkar. Sadık bu sefer eşekten düşmüşe döner. Hoca yayladaki evinin önünde sabah namazı için abdest alıyor. Sadık hem şaşırır hem korkar. Gözlerini ovuştururken kendi kendine söylenir:
“Ya ben delirdim, ya bu adam ermiş. Böyle bir adamın evi soyulmaz.”
Sadık o günden sonra Emrullah Efendi’nin evini soymayı aklının ucundan bile geçirmez.
...
Emrullah Efendi, birçoğumuzun akrabası, hepimizin dedesi ulu bir kişilik. Toprağı bol olsun, ışıklar içinde yatsın.
…