28 Aralık 2020 Pazartesi

Ahmetlerde Sanata Gönül Verenler

Büyük Atatürk "Sanatsız kalan milletlerin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." der.  Yine o, "Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz. ... Fakat sanatçı olamazsınız." der. 

Yaşamıımızda bu denli önemli yeri olan sanat nedir, hiç düşündünüz mü? Sanatçı kime denir? Yazın, müzik ve görsel alanlarda özgün eserleri olan insanlarımıza sanatçı diyoruz. Peki, sanat nedir? Hoşuma giden bir tanım şöyle:

Yalnız elleri ile çalışan insan işçidir. Hem ellerini hem de kafasını kullanan insan ustadır. Elleri, kafası ve kalbiyle birlikte çalışan insan ise sanatkârdır. 

Az nüfusuna rağmen çok sayıda sanatla uğraşan insanı olan bir köydür Ahmetler. Ahmetlerliler olarak, köyümüzü iyi yanlarıyla tanıtan bu arkadaşlarımızla gurur duyuyor, çalışmalarında başarılar dileriz.

Bu yazı dizimizde Ahmetlerli olup da müzik, yazı, fotoğraf gibi güzel sanat dallarıyla ilgilenen değerlerimizi tanıtmak istiyoruz. Söz gelimi,

Fotoğraf sanatı ile ilgilenen arkadaşlarımız: Hasan Öz, Mehmet Kocaakça, Mustafa Koç.

Müzik ile ilgilenenler: Dilek Koç, İbrahim Koç, Selçuk Öz, Ali Demir.

Yazın (debiyat) ile ilgili olanlar: Abdurrahman Güzel, Mustafa Koç (öğretmen), Ali Yücelalp, Ali Koç, Hasan Varol, Mustafa Koç (Karaosman oğlu), Mehmet Kocaakça, Mehmet Aslan, Huriye Hearn, Mehmet Güngör, Yusuf Varol, Hüseyin Koç, İbrahim Aslan...

Ahmetlerli olup da yazı yazan bu insanlarımızın çoğu, yazı yazmaya ahmetler.net web sitesi açılınca başladılar ve şimdi de ahmetler.com web sitesinde devam ediyorlar. Bu konuda web sitesini yöneten Mustafa Koç'un yazı yazanlara yardımcı olması ve onları yazmaya teşvik etmesinin etkisi büyük. Bu konuda daha açıklayıcı olacak bir yazıyı buraya eklemek uygun olur.

Ahmetlerin Yazarları >

(Göç yolda düzelir. Eklemeler, düzeltmeler yapılacaktır. Düşünce ve önerileriniz olursa değerlendiririz.)

...

Fotoğraf sanatı ile ilgilenenler: Hasan Öz, Mehmet Kocaakça, Mustafa Koç. 

...

Hasan Öz

 DOĞA FOTOĞRAFÇISI

(NATURE PHOTOGRAPHER)

Facebook - Hasan Öz >
....Fotoğraf yarışması ödülü >...


...
...

Mehmet Kocaakça Doğa fotoğrafçısı, yazar


Mehmet Kocaakça Yazıları >

Facebook bağlantısı

...


Müzik ile ilgilenenler:

Dilek Koç 


Dilek Koç Videoları

...

İbrahim Koç


İbrahim Koç'un Söylediği Türkülerden Bazıları 

Sözleri ve ezgisini kendinin yaptığı ağabeyine ait ağıtın benim için özel bir yeri var.


...
2021 yılı 28 Temmuzda Manavgat yöresinde çıkan ve köyümüzü de tehdit eden Türkiyenin en büyük yangınından sonra duygularını şöyle dile getirir.
ATEŞLE SAVAŞIN ÖYKÜSÜ
Söz-Müzik: İbrahim KOÇ
Ağaçtan ormana atladı ateş
Yangınlarla savaş büyük bir telaş
Kadınlar erkekler birlikte kardeş
Savaştık ateşle yangın yerinde
Ormanlar yanmıştır yaram derinde
Yandı canlar külü kaldı geride
Türkiye yanmıştır derdim derinde
Yaş ağaç kesilmez demişti babam
Ormanda yandı canlar bitti yaban
Keçilere yoldaş bir (bu) garip çoban
Savaştık ateşle yangın yerinde
Ahmetler yanmıştır yaram derinde
Yandı canlar külü kaldı geride
Manavgat yanmıştır derdim derinde
Türkiye bin yıldır ana yurdumuz
Depremden yangından çoktur acımız
Yaramız sarmaya yeter gücümüz
Savaştık ateşle yangın yerinde
Manavgat yanmıştır yaram derinde
Yandı evler enkaz kaldı geride
Türkiye yanmıştır derdim derinde
İbrahim’im sensiz sızlıyor içim
Yandı mı ormanlar zorlaşır geçim
Elbet birkaç yıla yapılır seçim
Savaştık ateşle yangın yerinde
Manavgat yanmıştır yaram derinde
Yandı canlar külü kaldı geride
Türkiye yanmıştır derdim derinde
...

Selçuk Öz


Selçuk Öz'ün Söylediği Türkülerden Bazıları

Selçuk Öz'ün söylediği Türküler

İnstagram bağlantıları

...

Ali Demir


Video izle >

...

Yazın (edebiyat) alanında çalışmaları olmuş, eserler vermiş Ahmetlerliler:

Abdurrahman Güzel

Prof. Dr. Abdurrahman güzel Ahmetler ilkokulunu bitirdikten sonra okumak için köyden ilk ayrılan Ahmetlerlidir. Çok sayıda makale ve kitaba imza atmış olan yazarımızı tanımak, eserlerini görmek için onun sayfasına bir göz atalım.

Prof. Dr. Abdurrahman Güzel >

...

Mustafa Koç

Doğa fotoğrafçısı, yazar



Mustafa Koç özgeçmişi >

Mustafa Koç yazıları >

Torosların Türkçesi



...

Hasan Varol

Hasan Varol hakkında >

Hasan Varol'un şiir dili >

Hasan Varol eserleri >

...

Adile Varol

Yakamoz Zamanı - Şiirler - Adile Varol

Yakamoz Zamanı - Gurbet



Ali Koç


Ali Koç yazıları

...

Mehmet Aslan


Mehmet Aslan yazıları

...

Huriye Hearn


Huriye Hearn yazıları

....


Mustafa Koç



Gazeteci M. Koç yazıları >

Antalya Körfez Gazetesi >

Yörük Yaşamı

...


Mehmet Güngör



Mehmet Güngör yazıları

...

İbrahim Aslan


İbrahim Aslan yazıları


Devamı var.



22 Aralık 2020 Salı

Gönüllerde Yaşayanlar: Elimizin Ulağı; Hacının Ahmet

 


Pazartesi, 09 Kasım 2009 08:37

Elimizin Ulağı

Her İşi Yapan Biri, Her Köye Lazım

Yazan: Ali Varol 

“Ahmet, köyde elimizin ulağı…”

Bu sözü çok kişiden duymuşuzdur.  Peki ulak nedir? Sözlükte ulak karşılığında “haberci” yazılıdır. Ahmetler’de ise “kısa ip” anlamındadır. “Elimin ulağı” deyince, en çok kullandığım, en çok işe yarayan anlamları ortaya çıkar. Yani Ahmet de bizim köyde en çok işimize yarayan elimizin ulağıdır.

Köyde şöylesine konuşmalara çok kulak misafiri olmuşuzdur:

“Ahmet’i bulamadım ya, nerde haberin var mı?”

“Köyün suyu bozulmuş. Muhtar, Ahmet, daha birkaç kişi suyu onarmaya gittiler.”

“Ahmet bu gün nerde acaba?”

“Ahmet’i bugün muhtar birkaç kişiyle yol düzeltmeye götürdü.”

“Ahmet bu gün gene köyde yok ya, gördün mü heç?”

“Ahmet’ Köyöğön’e çeşme yapmaya götürdüler.”

Köy için yapılan bütün işlerin değişmez abonesi Ahmet’tir ve bu işler genellikle parasızdır.

 

Bazı işler vardır. Acildir. Hemen yapılması gerekir. Yapılmazsa  evlerde hayat çekilmez olur.

Evdeki musluk kapanmıyor mu? “Hadi Ahmet bakalım.”

Bahçedeki musluk akmıyor mu? “Ahmet hadi bakalım.”

Buzdolabı çalışmıyor mu? “Ahmet medet senden!”

Buzdolabı çok mu buzlanıyor? “Ahmet bundan ancak sen anlarsın.”

Kapı kilitli mi kaldı. “Ahmet bunu ancak sen açabilirsin.”

Kapı kilitlenmiyor mu? “Ahmet bunu ancak sen düzeltebilirsin.”

Bu kadar basit işler genellikle parasızdır. Ampul değiştirmenin nesinden para alacaksın? Musluk contası değiştirmeden de para alırsan ayıp olur. Hem de çoook.

 

İşler biraz zorlaşınca Ahmet’ten yardım isteme şekli de değişir.

Ahmet bizim ahır sıvanacak. Onu yarın sıvayalım emmisi be…

Ahmet bizim balkon korkuluğunda biraz kaynak işi var. Yarın yapalım goçum be…

Ahmet bizim bahçeye tel çekilecek. Yarın onu bir çekiverelim dayısı be…

Ahmet seni gökte ararken yerde buldum. Bizim bahçeye havuz yapacaktık, gecikti. Aman yarın yapalım aslanım be.

Yahu Ahmet, cıbanın duvarını ne zaman örecez?  Köyün malı melalı içinden çıkmıyor. Etme bu eziyeti bene be.

Aslan Ahmed’im. Kışın eli kulağında. Şu damı aktaracaksan aktarıver. Yok, eğer yapamayacam dersen bir yerlerden usta bulup gelecem

Bu işlerin ücreti de genellikle tam gün dolmayanlar “Gönlünden ne koparsa” tarifesindendir.

İşlerin yoğun olduğu zamanlarda doktordan randevu alır gibi Ahmet’en gün almak gerekir.

Ahmet bizim çifti de araya sıkıştıralım canım, olmaz mı?

Bize Patoz sırası hangi gün gelecek bilelim de, ona göre   hazırlıklı olalım.

Ahmet, bizim samanı bir an evvel getirebilsek…

Bizim üzüm çekilecek ya sıra bize hangi gün gelecek?

Bize bir naylon gübre lâzım… Taşharman’da hazır. Ne zaman boşsun?

Bizim obaya bir naylon yem gidecek… Gündüz zamanın yoksa gece götürsek olur mu?

İşte böyle… Ahmet köyümüzün elinin ulağı mı, değil mi? Daha sayalım mı? Ahmet’in yaptığı yapacağı işler saymakla bitmez. Doğruya doğru. Ahmet köyün elinin ulağı.... Daha da öteye köyün birçok derdine deva olan eşi az bulunur bir ilaç. Köylülerimiz ufak tefek elekt       rik işleri için, su tesisatı işleri için, sıva, kaynak, duvar örme, marangozluk işleri, fayans kalebodur işleri için Manavgat’a ya da başka yerlere yorulmuyorlar. Bilen için ne büyük nimet…

Peki, bu kadar çok iş yapabilen Ahmet bu işleri yapmasını nerede öğrenmiş dersiniz? Sanat okulu mezunu filan mı? Haaayır. O zaman iyi bir usta yanında uzun süre çalışmış olmalı? Yooo… Okulunda okumamış, usta yanında çalışmamış, on parmağında on hüner… Nasıl olur bu iş?

Biz çocuklarımızın, gençlerimizin yetenekleri doğrultusunda okumalarını, iyi bir eğitim görmelerini elbette isteriz. Ama herhangi bir nedenden dolayı okuyamazlarsa dünyanın sonu değildir. Kendilerini tanıyabilirlerse, yeteneklerini keşfedebilirlerse iş kolaylaşır. Yetenekleri doğrultusunda cesaretle denemeler yapıp yeteneklerini geliştirebilirler.

Bakın Ahmet’ten örnek verelim. Ahmet,Tülüce Emmi’nin torunu. Taş kırmasını çok iyi becerir. Ama sadece taş kırmakla yetinmediyse nedir Ahmet’in Tülüce Emmiden farkı? Çalışma hırsı mı? Bu Tülüce Emmi’de de vardı. Ya ne? Öğrenme isteği, deneme cesareti… Ahmet cesur adam. Kaynak mı yapılacak? Bilmiyor… Ama hemen denemiş. İlkin bozuk olmuş. Ama sonradan düzelmiş. Boru mu takılacak? Hemen denemiş. İlkin zor olmuş ama deneye deneye öğrenmiş inceliklerini. Sıva mı yapılacak? “El yapar da ben yapamaz mıyım?” demiş almış malayı eline.

Herhangi bir nedenle okuyamayan çocuklarımız Ahmet gibi yapsalar ne kaybederler? Denemesi bir okka darıya mı? Atalarımız: “Dünya yedi kulplu bir kazan; birinden tut sen de kazan “ demişler. Ahmet köyde olduğu için bu işleri denemiş. Sen şehirdeysen şehirde olan işleri denersin.

Kimileri Ahmet’in işlerini beğenmiyormuş. Neymiş de sıva işinde mastar kullanmıyormuş…(Mastar: Sıvanın düzgün ve pürüzsüz olmasını sağlayan uzun araç) Neymiş de duvar örerken çirpi çekmiyormuş… (Çirpi: Duvar örülürken duvarın doğru olması için çekilen ip) Kimileri bu eleştirilere karşılık şöyle konuşabilir:

“Olabilir.  Beğenmezsen karşı lokantaya. Daha iyisini yapan usta bulursan ona yaptır işini… Şuna bak, Ahmetler’de dağın başında harçlı duvar yapan adam bulmuş ta çirpi arıyor… Evini ahırını sıvatırken mastar kullanılsın istiyor. Ahır sıvanırken ev sahibi “Mastara ne gerek var canım.” Dediyse Ahmet’in suçu ne burada?”

Laf aramızda böyle düşünenlere ben de katılmıyorum. Ben de Ahmet’in de diğer ustaların da duvar örerken çirpi, sıva sıvarken mastar kullanırlarsa daha güzel olacağını düşünüyorum.

Bazı insanlarımız yakınları için “Elinden bir iş gelmez. Kör iğneden beter” diye yakınırlar. Bazıları da kendileri için,”Kör iğneden beterim. Elimden bir iş gelmez” diye hayıflanırlar. Böyleleri bazan kendilerini kapıp koyverirler. Sonra da sahiden kör iğne olup giderler. Oysa kör iğne olmak ta beş parmağında beş hüner olan birisi olmak ta insanın kendi elindedir. Ya kendini kapıp koyverirsin, her şeyi oluruna bırakırsın... Ya da kendini tanımak, yeteneklerini keşfetmek için cesur olursun… Denemeler yaparsın… Yeteneklerini keşfettin mi ötesi kendiliğinden gelir. Sözgelimi siteye yazı yazmak için cesur olun, bir deneme yapın… Yeteneğiniz var mı yok mu bir yoklayın. Yazı yazmaya yeteneğiniz varsa bunu keşfetmiş olacaksınız. Cesur olup denemek ve devamlı alıştırma yaparak yeteneklerimizi geliştirmek… Bence Ahmet’in beş parmağında beş hüner olmasının sırrı budur.

Diyeceksiniz ki bu Ahmet bu kadar hünerli… Bu adamın hiç mi eksiği kusuru yok? Olmaz mı hiç? Var tabii. Var da… Kusur deyince bir anı geldi aklıma:

Ben çocukken babam kaşık, oklava gibi ağaç işleri yapardı. Oklavaların yapımı bitince onları tüfek gözler gibi gözünün önüne tutar, eğrisi, kusuru var mı diye kontrol ederdi. Bozuk yeri olanları düzeltirdi. Sonra oklavayı ben alır babamın yaptığı gibi yaparak kontrol ederdim. Sonra da “şurası bozuk, burası eğri” diyerek işe karışırdım. Babam yeniden bakardı. Kusur fazlaysa düzeltirdi. Kusur az ise bana döner usulca:

“ O kadarcık kusur kadı kızında da bulunurmuş” derdi

Ahmet’in de kadı kızı kadar kusuru olabilir. Çok mu? Keşke hepimiz “kadı kızı kadar kusurlu” olabilsek…

 

Gönüllerde Yaşayanlar: Deli Hacı

DELİ’ACI  (Deli Hacı)

MUSTAFA AKÇA (DELİ HACI) (1339 – 13.03.1973

(Mehmet Aslan’ı Hacı Dayı hakkında yazdıklarından ve ardından eski paraları köy müzesi için göndermesinden dolayı kutluyorum. Böylece müzemizin ikinci belgesi de Mehmet Aslan’dan gelmiş oldu.)

 Mehmet Aslan’ın Hacı Dayı hakkında yazdıklarını okuyunca biraz hüzünlendim. Hacı Dayı benim çobanlık arkadaşımdı. Birkaç sene beraber davar güttük. Yaylada Musabaylıcası’na çıkardık. Köyde her sene aynı yerlerdeydik. Aşşaköy ketirlerinde çok çarık eskimiz vardır. Döllük bir sene Aşşaköy’de bir sene de Guz’da olurdu. Aşşaköy, Guz, Payamseki arasında su kaynağı yoktu. Hacı Dayı bu üçgenin ortasına yani Burunucu’nun dibine bir sarnıç yaptırmayı düşünmüştü. Köyün ileri gelenlerinden yardım istemişti.

“Parası benden, gelin bene yardım edin.” Demişti.

Herkes de elinden gelen yardımı geri koymamıştı. Ben sarnıcın yapıldığını hatırlıyorum ama bazı ayrıntıları babam şöyle anlatmıştı:

“Zobu getmiş uzak bir yerden bir usta bulmuş. Usta sormuş:

“Bana 50 torba çimento ilazım.”

“Hazır hazır.”

“İki kamyon kum ilazım.”

“Hazır hazır.”

“Beş tane güçlü kuvvetli amele ilazım.”

“O goley, o goley…”

“Şu gadar gazan ilazım.”

“O goley, o goley…”

“Bu gadar su ilazım.”

“O goley, o goley…”

“Şu gadar para ilazım.”

“Para hazır.”

Neyise ustayla pazarlık etmişler. Anlaşmışlar. Gün belli etmişler, o gün gelince usta gelmiş. Bakmış ortada bir şeycikler yok… Öfkelenmiş.

“Ulan Amadalı bu ne demek oluyor? Hani her şey hazırdı?”

Amadalı akıllı adam, pişkin adam:

“Öyle demesem sen gelecek miydin?”

“Ben dönüp gedecem.”

“Biyerciklere gedemezsin. Otur oturduğun yerde. Oturduğun yerde su mu çıkdı? Ben iki günde her şeyi hazırlarım.”

“İki günde hazırlamazsan gederim.”

“Tamam.”

 

“Usta geri döneceğimiş.” Sözünü duyan köylüler hemen işe başladılar. Kimisi gazmayı küreği aldı guyunun çukurunu gazdı. Kimi kamyon bulup çimentoya getti. Kimi ırmakda kum eleyip çuvalları merkebe, deveye yükleyip Burunucu’nun dibine çekti. Kamyonla Akyol’a gelen çimentolar gene develerle merkeplerle taşındı. En yakın nerde su varısa, güyümlerile daşındı, gazannar dolduruldu. İnşaat başladı ara vermeden bitirildi. Bireyi de bir guyu oldu.”

 

Hacı Dayı hayır yaptırmayı severdi. İsteyene borç para da verirdi. Ama kendi ihtiyaçları söz konusu olunca çok tutumluydu. Bir konuşması bu günki gibi aklımda. Yaylada davarla dağa yatıya giden çobanların ekmeğinin içine katık olarak yarım el kadar suyunu çekmiş çoban peyniri koyarlar. Çobanlar acıkınca bu peyniri ekmeğin içine koyar, dürüm yapıp yer. Hacı Dayı bu peynirin hepsini yemezdi. Bazen yarısını geri getirirdi. Sebebini de şöyle açıklardı:

“Dayısı bu lokmanın içinde nohut gadar peynir olsa da boğazdan geçer, payam gadar peynir olsa da boğazdan geçer.”

Kendisi bir eline kuru kuruya dürüm yapılmış ekmeği alır, bir eline de çoban peynirini alır, her lokmada nohut kadar da peynirden ısırarak karnını doyururdu. Böylece peynirin yarısı artardı.

 

Çoban peynirinin yarısını artırarak çok para biriktirdi. Kendisi için para harcamadı. En lüks harcaması evine gelen konuklarına “gayfe” ikram edebilmek için evinde, çadırında kahve bulundurmaktı. Bu konuda biraz övünmeyi de severdi. Yabancı bir konuk gelince:

“Hadi eve gidelim. Bir gayfe içeriz. N’arasın bu köyde benden başgasının evinde gayfe filan…” deyiverirdi. Hani dediği pek yanlış da değildi. Onu tanıyanlar onun böyle konuşmasından alınmazlardı; hoş görürlerdi.

 

Paralarını isteyenlere borç vermeyi de bilirdi. Ama paralarını harcamak için en büyük sevdası Soğuksu Deresi suyunun getirilmesiydi. Bunu başarabilmek için köyün içinde kıvır kıvır kıvrandığını bilirim. Ev ev dolaşır köyün ileri gelenlerinden yardım isterdi. Ahmet Ali Emmi’ye varırdı daha eve çıkmadan, evin önünden seslenirdi:

“Amadalı, beri bak hele!”

“Ne var Haca’a?”

“Arkadaş bene yardım edin. Ne ilazımısa yapalım, Şu suyu getirelim. Para benden…”

İbrahim Emmi’ye gelirdi:

“Daylak, beri bak hele!”

“Buyur Aga!”

“ Arkadaş bene yardım edin şu suyu getirelim. Masraf benden. Gerekirse davarımın son dırnağına gadar satacam.”

Babamın yanına gelirdi. Eve çıkmadan aşağıdan seslenirdi:

“Delibaaaş, pencereye avrıl hele!”

“Buyur Hac’aga!”

“Buyuranın çok olsun. Süleymen bene yardım et, şu suyu getirelim. Delibaş Alı’sıyla get görüş, hökümet işlerini hallediversin. Para yönünden heç gorkma. Gerekirse sırtımdaki şu kir habayı bile satıp verecem…”

 

Köylülerimiz de yardımcı oldu; Hacı Dayı’nın bu isteği yerine geldi. En çok yapmak istediği şeyi yaptı. Gözleri arkada kalmadı.

 

Atalarımız için bir söz vardı:

“Türkler at sırtında doğar, at sırtında ölür.”

Şu işe bakın Hacı Dayı da davarların ardında doğmuş galiba, davarların ardında davar güderken öldü. Aşağıköy’den aşağıda Kuz’da dağdan davarlar gelip Hacı Dayı eve gelmekte gecikince Şerife Yenge (eşi) aramaya çıkar, bir defne ağacının altında ölüsünü bulur.

Herkes onu hayır dualarıyla anıyor. Nur içinde yatsın.

 

Ali Varol - 9 Ocak 2010 - Manavgat

  

Gönüllerde Yaşayanlar: Biroslu Ali Efendi Hoca

 

BİROSLU AL’EFENDİ HOCA

 

Biros Akseki’nin bir köyüdür. Yeni adı Mahmutlar.  Ama hocamızı, Mahmutlarlı Ali Efendi Hoca derseniz kimse tanımaz. İlle de “Biroslu Al’efendi Hoca” diyeceksiniz. O zaman bizim köyün çoğu tanır. Anamı, babamı okutmuş. Beni, benim küçüklerimi de okuttu. Köydeki gençlerin ana babalarını hep Al’efendi Hoca okuttu.

Saygıyla anılacak bir kişiliği vardı. Sadece dini bilgileri vermekle yetinmezdi. El yüz yıkama, çevreyi temiz tutma, büyükleri sayma alışkanlıklarını onun gayretiyle edindik. Yabancılara yardım, ekmeğe saygı, gibi birçok konuda onun verdiği öğütlerin anlattığı hikâyelerin çok etkisi olmuştu. Kendine özgü yollarla küçükleri de büyükleri de etkilemesini bilirdi.

Hoca, köy odasında otururdu. Köy odasının bir bölümü de çocukların okutulmasına ayrılmıştı. Çocukları okuturken odanın bir köşesinde köyün yaşlılarından birini de misafir ederdi bazan.

Hiç unutmam bir gün dedem Topal Hasan da oradaydı. Dedem bir köşede, hoca bir köşede döşeklerin üzerine oturmuşlar, yastıklara yaslanmışlardı. Aradaki davlumbaz ocakta meşe odunları çıtır çıtır yanıyordu. Hoca dedeme seslendi:

“Hasan Ağa!”

Dedem yüksek sesle karşılık verdi:

“Heeey!”

Hoca:

“Ha ayı ha!”

Hoca sonra bize döndü:

“Ali!”

Ali cevap verdi:

“Buyur efendim!”

Hoca tatlı bir sesle:

“Aferin Ali. İşte böyle olacak. Gördünüz mü bir nasıl cevap verilirmiş büyüklere.”

Sonra dönüp tekrar dedeme seslendi:

“Hasan Ağa!”

Dedem kıs kıs güldüğünü belli etmeden cevap verdi. Cevap gene aynı:

“Heeey!”

“Vay ayı vay!”

Hoca tekrar çocuklara döndü:

“Kızım Fatma!”

“Buyur efendim!”

“Oğlum Hayri!”

“Buyur efendim.”

“Aferin, aferin, aferin…”

Hoca büyüklere karşılık verirken  “Buyur efendim!” deneceğini böylesi alıştırmalarla pekiştiriyordu. Hoca hem dinî bilgileri iyi öğretirdi, hem de iyi alışkanlıklar vermede üstüne yoktu.

Köyde okul açılmazdan önce senelerce kışları çocukları okutmuştu. Okul açıldıktan sonra da senelerce kış aylarında çocukları okuttu. Hocanın bütün masrafları köye aitti. Ayrıca giderken –anlaşmaya göre - hoca parası da toplanıp cebine konulurdu. Hocanın yemek işi sıraya konmuştu. Sıra işi “hoca değneği” ile düzenlenirdi. Hoca değneği kimde ise hocanın yemeğini o ev sahibi odaya götürürdü. Sırasını savan ev, hoca değneğini komşuya verirdi.

O gün sıra Veli Onbaşı’daydı. Çünkü değnek akşamdan onun evine gelmişti. Hanımı sabah taze bükme yaptı, Sadeyağla yağladı. Bir de çay demleyip tepsiye koydu. Kendisinin acil bir işi olduğundan küçük olmasına rağmen oğlu Mehmet’le hocaya yolladı. Veli Onbaşı’yla hanımı da işe gittiler.

Mehmet tepsiyle hocanın yanına doğru giderken önünden Gökmen Emmi geldi. Gökmen Emmi çok şakacı bir adamdı. Şakalaşacak uygun bir adam bulunca onunla şakayı uzatırlar, izleyenleri kahkahaya boğarlardı. Yani sohbeti tatlı bir adamdı. Mehmet’i görünce sordu:

“Nereye Mehmet?”

“Hocaya.”

“Bu ne tepsideki?”

“Çay, bükme.”

Gökmen Emminin şakacılık damarları kabardı. Mehmet’in yanlış bir iş yaptığını ima eder gibi kaşlarını çattı.

“Hocaya bükme, öyle mi?

“Evet.”

“Olmadı ama. Hoca bükme yemez ki. Bükme de yemez, çay da içmez.”

Mehmet Gökmen Emmi’ye şöyle bir baktı, şaka yapar gibi bir yanı yoktu. Gayet ciddiydi.

“Ne yer ya?”

“Demek sen bilmiyor musun? Beni görmesen hocaya karşı ayıp olacaktı yahu. Demek ki anan baban da bilmiyor…”

Mehmet şaşırmıştı.

“ Ne yer peki bu hoca?”

“Geçen gün hoca değneği bizdeydi. Bükme götürdük, yemedi. Dolaz pişirip götürdük, onu da yemedi. İlle de saman burma olacakmış.”  (Burma: Taze yeşil otların kıvrılarak paketlenip kurutulmuş hali. Dolaz: Sadeyağ, bal ve ekmekten yapılmış bir köy yemeği.)

Mehmet iyice şaşırmıştı. Ama kocaman adam şaka yapacak değil ya. Gökmen Emmi üsteledi.

“Hadi dön. Tepsiyi eve bırak, hocaya burma saman götür.”

Mehmet tepsi ile evlerine döndü. Gökmen Emmi’nin akrabasıydı Mehmet’in anası babası. Şimdi Mehmet eve dönünce bu şakasını onlar anlayacaklar güleceklerdi. Veli Onbaşı ile hanımına iyi bir şaka yapmış olmanın keyfiyle kıs kıs gülerek oradan ayrıldı.

 Ama işler Gökmen Emmi’nin düşündüğü gibi olmadı. Mehmet eve geldi. Anası babası işe gitmişlerdi. Evde de başka kimse yoktu. Tepsiyi bıraktı. Ahıra indi. Merkebin saman torbasını aldı. İçine biraz saman, biraz da burma koyup hocaya götürdü. Hocanın önüne usulcana saygıyla koydu. Biraz da meraklıydı.

“Buyur hocam” dedi.

Hoca torbayı açıp baktı, şaşırdı.

“Mehmet oğlum, bu ne?”

“Burma, saman.”

“Ne olacak bu?”

“Hocam siz burma, saman yermişsiniz.”

Hoca bozulmuştu. Bozuntuya vermedi. Sordu:

“Kim dedi?”

“Gökmen Emmi dedi.”

“Yaaa! Gökmen Emmi demek. Nasıl oldu anlat bakayım.”

Mehmet olanları bir bir anlattı. Hoca dinledi. Mehmet’e hiç bir şey demedi. Her sene bayramlarda küsleri barıştıran Al’efendi Hoca Gökmen Emmi’yle bir hayli zaman küs kaldı.

Bu yanlışlığa köylü de üzüldü, Gökmen Emmi de üzüldü. Köylüler hocaya bir yanlışlık olduğunu anlatıncaya kadar akla karayı seçtiler. Bu olaydan sonra Gökmen Emmi’nin şaka yapma biçimi de değişti, konuşmaları da değişti.

“Emmisi bak, bir musibet bin nasihatten eyidir. Bu şaka bana çok şey öğretti. Hastalığı aynı  bile olsa çocuğa da büyük adama da aynı ilaç verilir mi? Yaptığın şakaya bazı adam memnun olur, aynı şakaya başka biri alınır. Şakayı da adamına göre ayarlı yapacaksın.”

Ne diyelim, emmilerin anlattıklarından bize de ders almak düşüyor.

Biros’lu Al’efendi Hocanın köyümüz kültürüne büyük katkısı olmuştu. Onun hizmetlerini unutmamışız ki arada bir onun iyiliklerinden söz ediyoruz. Topluma hizmet eden her insanın iyilikleri unutulmaz. Allah rahmet eylesin.

 

Ali Varol - 14.03.2009 - Manavgat

21 Aralık 2020 Pazartesi

Emrullah Efendi

 

Emrullah Efendi'nin Hocalı'daki mezarının taşı


EMRULLAH EFENDİ

Devletlerin kuruluş, yükselme, gerileme, çöküş devirleri olur. Yakın tarihimizde Osmanlı Devletinin bu devirleri nasıl yaşadığını bazılarımız bilir. Çöküş dönemine tanık olan bazı büyüklerimizin anlattıkları ibret vericidir. Bir devletin bir bölgede otorite boşluğu olursa bu boşluğu doldurmak isteyen kötü niyetli insanlar ortaya çıkar. Yöremizde yaşamış olduğunu bildiğimiz eşkıya ve efe öyküleri bunlara örnektir. Neyse ki anlatılanlar sadece bu kötü örnekler değildir. Böyle devirlerde yaşamış akıllı, bilgili ve iyi niyetli insanlar da vardır. Bu bilgili iyi niyetli insanlar toplumların umutsuz, kara günlerinde onlara umut olmuşlar, ufukta bir ışık gibi yol göstermişlerdir. Toplumu meydana getiren bireylerin daha fazla yozlaşmasını önleyen onların birlik olmasını sağlayan sanki bir çeşit tutkal olmuşlardır. Eskilerin anlattığına göre Emrullah Efendi toplumun bağrına bastığı bu tür kişilerden biridir. İnsanlarımız bu tür kişileri unutmamıştır. O zaman yaşanan olaylar dilden dile anlatılıp günümüze kadar gelmiştir. Ancak dilden dile aktarılırken bazı değişiklikler olması olasıdır. Bazı eklemeler, bazı çıkarmalar olması mümkündür. İnsanlar sevdiği insanları bazen görmek istediği gibi, olmasını istediği gibi de anlatmaktadır. Olmasını istediği bir olayı da ona yakıştırıp olmuş gibi anlatmaktadır. Olmasını istediği gibi aktarınca olaylara mistik bir hava veriliyor, kişi efsaneleşiyor. İşte Emrullah Efendinin yaşadıkları da dilden dile aktarılırken böyle bir süreçten geçmiş, efsaneler haline dönmüştür.

Emrullah Efendi kimdir?

Emrullah Efendi Manavgat – Ahmetler nüfus defterinin birinci sırasında kayıtlıdır. Emrullah Efendinin yaşadığı zamanlarda Hocalı köyü Ahmetlerin bir mahallesiymiş. O nedenle Emrullah Efendi Hocalı köyünde yaşasa da Ahmetler nüfus kütüğü defterine kayıtlıdır. Yaz aylarında Dipsizgöl, Taşlıboğaz denilen Hocalı yaylasına çıkmıştır. Orada Bozkır köyleri ile Akseki köylerinden çimi ile komşu olmuş, onlarla iyi ya da kötü komşuluk ilişkileri yaşamıştır.  Kendisi akıllı, bilgili bir kişidir. Keramet sahibi olduğu söylenir. Şimdi bu anlatılanlardan birkaçına göz atalım:

Anlatan: Emrullah Efendi’nin torunu, Mehmet Akar

Dedem büyük olasılıkla Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamış.

O zamanlar Geriş’te medrese varmış. Dedem medresede okumuş. Okul bitince, bilgisiyle konuşmalarıyla dikkati çekmiş. Konya’da bir bilgi yarışması olacağı duyulmuş. Dedeme “Sen de katıl” demişler. Dedem de katılmış, birinci olmuş. Yarışmayı düzenleyen oranın yöneticisi çıkarmış bunu kürsüye. Takdim etmiş. Sonra da dinleyenlere :

“Bakın, dağdan inen abalı yarışmayı kazandı. En iyimiz o.” demiş.

Konya’nın en iyisi olunca dedem halk arasında da devlet dairelerinde de iyice tanınmış. Bizim yaylayı dedem üzerine tapulatmış. Yakayurt dedemin üzerine tapulu. Hatta Sülek yaylası da bu tapunun içinde. Dedem hayır işlerini de severmiş. Püser boğazına yaptırdığı sarnıç hala kullanılıyor. Önceden üstü tahta ile örtülüydü. Sonradan torunlarından Uzunkale’den İnce Ali üstünü beton yaptırdı. 

Dedemin keramet sahibi olduğu söylenir. Buna dair şöyle bir olay anlatılır. Dedemin arkadaşları bir gün dedemi yaylada ziyarete gelmek için toplanmışlar. Biri demiş ki:

“Bizim arkadaş biz varınca bir kovan bozsa, ak erkeci de kesse ne hoş olurdu.”

Neyse gelmişler dedemin yanına. Hoş beşten sonra dedem çağırmış adamlarını:

“Hadi bakalım oğlum. Misafirlerimiz geldi. Bir kovan bozun, ak erkeci de kesin.”

Misafirler bakışa kalmışlar.

Yine bir gün dedemle birkaç arkadaşı Hocalı’dan yaylaya gitmek için yola çıkmışlar. Gülen Dağı içinde bir yere gelince ikindi vakti olmuş. Namaz kılacaklar ama abdest almak için yakında su yok… Dedem elindeki bastonunu yere bir iki kere vurunca yerden bir su fışkırmış. Abdestlerini almışlar, namazlarını kılmışlar. Yürüyecekler, dedem suyun olduğu yere bastonunu gene tıklatmış. Su kaybolmuş. Arkadaşlarından biri sormuş:

“Suyu neden kaybettin? Aksaydı ya…”

Dedem:

“O su bize abdest için gerekliydi. Abdestimizi aldık, onun görevi bitti.”

Dedem hakkında buna benzer olaylar anlatılır. Ama şu bir gerçek: O, derin bilgi sahibi, “ulema”dan biriymiş.

BEY ÇUKURU EFSANESİ

Kaynak kişi: Hasan Koç

“Bu Emrullah Efendi denilen hoca, mektep medrese görmüş, çok okumuş bir âlimmiş. Âlim olmaktan öte keramet sahibi ulu bir kişiymiş. “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” derler. Emrullah Efendi de seferberlikte yaşamış ki darda olan, zorda kalan insanlara yardımcı olmuş. Çevresi de ona sıkı sıkıya sarılmış, onun kerametlerini dilden dile dolaştırmış.

Hoca Efendi Hocalı’da yaşamış. Fersin’de, Ahmetler’de de akrabaları var. Fersinden Ali Efendi’ye kızını vermiş. Ali Efendi de Ahmetler’den Hacı Hatıp’a kızını vermiş. Yörük kökenli olduğu için yaylaya da çıkarmış. Bu nedenle yaylada Hocalı’ya komşu olan köyler de onu tanımakta, anlatmaktadır. Akseki’den yukarıda, Püser boğazındaki sarnıcı Emrullah Efendi yaptırmış. Eskiden de faydalanılırdı, şimdi çocukları üstünü beton yaptırmışlar, gelen geçen herkes suyunu kullanır.

Derler ki, şimdi Beyçukuru denilen yer o zaman çukur değil, düzlükmüş. Oraya Göktepe derlermiş. Çimi Beyleri Göktepe’ye yaylaya çıkarlarmış. Göktepe Hocalı yaylasına komşudur. Seferberlik zamanında her yerde bir otorite boşluğu olduğundan kim güçlüyse o haklıdır. Güçlü olan ötekinin malını, sürüsünü sürer gider, sahiplenirmiş. Böyle işler o devirde olağan sayılırmış. Göktepe’deki Çimi Beyleri, paşalar güçlü takımındanmış.

Bir gün Emrullah Efendi’nin obasından otuz tane davar sürülmüş. Sonra davarların Göktepe’de Çimi Beyleri’ne gittiği haberi alınmış. Hocayı davarları geri istemesi için Göktepe’ye yollamışlar. Hoca Göktepe’ye gelmiş, ileri gelenlere durumu anlatmış, davarları istemiş. Çimililer hocayı dövmüşler, hakaret etmişler, kovmuşlar. Hoca oradan ayrılmış. Bir su başına gelmiş, bir abdest almış, iki rekât namaz kılmış, bir dua etmiş… Duanın ardından hava kararmış. Bir fırtına, bir sel, bir toprakta bir yıkıntı, bir çöküntü… Bu selde, yıkıntıda beyler de adamları da boğulmuş, ölmüş. Evler toprağın altına gömülmüş. Üç beş Çimili canını zor kurtarmış… Çimililer bu felaketten sonra Göktepe’ye gelip bakmışlar, yayla yerinde yok. Yaylanın yerinde kocaman bir çukur var. Oraya o günden sonra Bey Çukuru demeye başlamışlar. Kalan Çimi Beylerinin çocukları da o tarihten sonra yaylaya çıkmaz olmuşlar. Yaaa, işte böyle… Emrullah Efendi de de, orada bir dur. Hoca büyük keramet sahibi adammış.”

BU ADAM ERMİŞ Mİ?

Emrullah Efendi’nin kendi köyünde de buna benzer kerametlerini anlatırlar.

Hocalı’da Sadık deyi birisi varmış. Sadık denilen adam Emrullah Efendi’nin köylüsü ya, beraber iş de yaparlarmış bazen. Bir gün Gülen Dağına arı bulmaya gitmişler. Orta Taşlıca’ya gelmişler. Çıkmışlar bir yüksek kayanın üstüne oturmuşlar. Kav, çakmak, tezek, bal, kese, torba, kovan, tuluk, başlık gibi arı yakalama malzemeleri mevcut. Yakmışlar dumanı. Koymuşlar bal kildenini ortaya. Az sonra arılar başlamış gelmeye. Emrullah Efendi arıları nerden geliyor, nere gidiyor gözlemiş bir süre. Sonra yardımcısına:

“Karşıdaki kayanın altında arı var. Git bak gel bakayım.”

Sadık bakar gelir,”var” der.

“Şu dere kenarındaki yarılganı bak gel!”

Sadık bakar gelir, “var” der.

“Şurayı bak gel…” “var…”

“Burayı bak gel…” “var…”

“Şu karşı tepedeki yaşlı ağacı bak gel!”

Sadık gider, karşı tepedeki yaşlı ağaca bakar ki, bir arı var, ötekilerin hepsinden kuvvetli. Aklına bir hayınlık gelir. “Bu arıya yok desem de yarın kendim gelip yalnız alsam bunun hepsi benim olur. Bölüşmeyiz.” Geri döner.

“Yok!” der.

Emrullah Efendi şaşırır.

“Allah, Allah… Olması gerekirdi yahu, iyice baktın mı?”

“Baktım yok.”

Öteki arıların balını bozarlar, tuluğa doldururlar. Arıları da kovanlara, doldurup köye dönerler. Arıları da balı da bölüşürler.

Sonraki gün Sadık malzemelerini alır, gizlice köyden çıkar. Gelir Taşlıca’ya. Hayret, tepedeki yaşlı ağaçta arı da yok, arının izi de yok… “Acaba yanıldım mı?” diye çevresine bakınır. Karşı tepeye filan bakar. Yanlışlık filan yok.  Dünkü vızır vızır uçan en kuvvetli arı kaybolmuş. Yer yarılmış, dibine girmiş. Sadık hem şaşırmış, hem korkmuş. Kafası karmakarış dönmüş Hocalı’ya. Eli boş geri dönerken söylenmiş:

“Dünya etme bulma dünyası. Demek ki her kuşun eti yenmez. Bunu öğrensem iyi olacak.”

Sadık öyle demiş ama bu olaydan ders almamış. Gene şeytana uymuş.

Anlattıklarına göre hoca yayladaymış. Demek ki yaz günü. Sadık kendi kendine “Hele gideyim hocanın köydeki evini soyayım” diye düşünmüş. Yaz günü Hocalı çok sıcak olduğundan köyde kimsecikler kalmazmış. Köy bomboş… Ev soyması peynir ekmek yemek kadar kolay… Yaylada bir sabah kalkar bakar hoca karşıda evinin önünde abdest alır.  Hocayı yaylada, Taşlıboğaz’da bırakır yola çıkar. İkindiye Hocalı’ya gelir. Hocanın evinin yanına gelir. Gözlerine inanamaz. Emrullah Efendi köydeki evinin çardağında abdest alıyor gene. Ne olduğunu anlayamaz. Orada hocaya görünmeden yaylaya geri döner. Sabaha Taşlıboğaz’a çıkar. Sadık bu sefer eşekten düşmüşe döner.  Hoca yayladaki evinin önünde sabah namazı için abdest alıyor. Sadık hem şaşırır hem korkar. Gözlerini ovuştururken kendi kendine söylenir:

“Ya ben delirdim, ya bu adam ermiş. Böyle bir adamın evi soyulmaz.”

Sadık o günden sonra Emrullah Efendi’nin evini soymayı aklının ucundan bile geçirmez.

...

Emrullah Efendi, birçoğumuzun akrabası, hepimizin dedesi ulu bir kişilik. Toprağı bol olsun, ışıklar içinde yatsın.