Öyküler

Kurtlu Elma İsterim

http://alivarolblog.blogspot.com.tr/2017/01/kurtlu-elma-isterim.html

.Bu gün (23.01.2017) televizyonda Prof. Dr. Canan Karatay’ı izledim. Canan Hoca tutturmuş, “Kurtlu elma yiyin!” diyor. Aman Hocam, bizim insanlarımız o kadar şaşkın mı ki, kurtlu elma yesin(?) Fenni gübresi, böcek ilacı fazlasıyla verilmiş, gösterişli elmalar varken kurtlu elma yemek de neyin nesi?Ama bazı şaşkın(!) insanlarımız ilaç kalıntısı olmazmış, organik ürün diye kurtlu elmaları tercih ederlermiş. Aynı şaşkınlıktan bende de var galiba. Bir süre önce torunumla aramızda geçen bir olayı anlatıp bir öykü yazmıştım. Canan Hocamızı izleyince “ Tam sırasıdır, taşı gediğine koyalım” deyip bu öykümü sizlerle paylaşmak istedim.

(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)



...............................................................................
.................................................................................................................................................................


Ödeşme

http://ahmetler-koyu.blogspot.com/2017/07/odesme.html.




ANADOLU HALK BİLİM KÜLTÜR  AKADEMİSİ
2017 YILI HAZİRAN AYINDA ;
BİN ÇİÇEKLİ BAHÇE  YAŞAR KEMAL ANISINA  YAPILAN YARIŞMADA  ÖYKÜ DALINDA  DERECEYE GİREN  ÜRÜNLER:
BİRİNCİ OLAN ESER: ZİLLİ DEDE – Süleyman Erol
İKİNCİ OLAN ESER :  Apili Osman – Adil Kurt
ÜÇÜNCÜ OLAN ESER: Defne adın kentte yaşar –Hatice Altunay
                                         Ödeşme – Ali Varol
....
ÖDEŞME
Bizim köy bir yörük köyüydü. Kışın sahilde yazın yaylada yaşardık. O sene ilkbaharda Akdağ dediğimiz yaylaya çıktığımızda görünen yerlerin çoğu karlarla örtülüydü. İncelen kar örtülerinden ilkin kardelenler başlarını çıkarıp çiçeklerini açtı. Canlılara cansızlara ‘Günaydın!’ dediler.
(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)
...

Üç Tekerli Bisiklet


Eskiden, daha televizyon yok iken akşamları komşular birbirlerine oturmaya giderlerdi. Bir akşam biz de komşumuza oturmaya gittik. Ana, baba bir de üç yaşındaki oğlumuz Özgür.
Komşumuzun da Özgür’le aynı yaşta Umut adında bir oğlu vardı. Biz oturma odasında divanlarda oturup sohbet ettik, çay içtik. Umut’la Özgür de ortada oyuncaklarla oynadılar. Bu arada Umut’un üç tekerli bir bisikleti vardı.
(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)

.......................................................................................................


Kendini Yeniden Yaratmak

 Derler ki: "Bırakırsan kaybedersin, direnirsen kazanırsın." Ali kaybetmek üzereyken nasıl direndi, yeteneklerini nasıl geliştirdi? Bu soruların cevabını anlatan "Ali’nin Türkü Defteri" adlı öykü nasıl yazıldı?

Telefon çalar, bakarım, kayıt edilmemiş bir numara. Açarım; bazen yanlış numaradır, kapatırım. Bazen bir reklamdır, hızla kapatırım. Bazen de tanımadığım birisidir. Merakla dinlerim.

Gene bir akşam telefonda tanımadığım bir ses:

“Hocam ben Hasret, sizin öğrencinizim.”

“Hasret hatırlayamadım. Hangi okulda beraberdik?”

“Elli sene önceye geri gidelim. O zaman neredeydik?”

Elli sene önce benim öğrencim olduğuna göre en azından elli yaşında olmalıydı. Elli yaşın üstünde birisi benim telefonumu nereden, nasıl bulmuş da arıyor?

“Antep’teydik.”

“Tamam, oradaki köyden hangi çocukları hatırlarsın?”

“Orası benim ilk öğretmenlik yaptığım yer. Öğrencilerimin çoğunu hatırlarım.”

“Sen de bizim ilk öğretmenimizsin. Biz de seni hatırlarız. Sen kimleri hatırladın?”

“Hasret seni hatırlayamadım ama Ökkeş, Şehmuz, Ali, Kamber, Huriye, Hatice… Çoğunuzu hatırlarım.”

“Benim adımı siz koydunuz.”

“Nasıl oldu bu?”

“Bana köyde Haziret derlerdi. Birinci sınıfa kayıt yaparken, adın ne diye sorunca ben de Haziret dedim. Sen ‘Böyle yazarsak nüfus dairesinde zorluk çıkarırlar. Adını buraya Hasret yazalım’ dedin, öyle yazıldı. Şimdi hatırladın mı?”

“Tamam, şimdi hatırlıyorum. Sen saz da çalardın, değil mi?”

“Sen mandolin çalardın. Mandolinle bize türküler öğretirdin. Türkü söylemesini çok severdik.”

“En iyi, en çok türkü söyleyen Ali’ydi değil mi? Ali şimdi ne yapıyor?”

“Ali köyün içinde bir bakkal açtı, bakkal çalıştırıyor.”

“İyi de Hasret, sen benim telefonumu nereden buldun?”

“Feysbukta resmini görüp tanıdım. Ötesi kolay oldu.”

Sonra sohbet uzadı. Öteki öğrencilerimi sordum. Sait okuyup öğretmen olmuş. Her biri bir iş tutup çoluk çocuk sahibi ne demek torun torba sahibi olmuşlar. Hasret de saz çalmayı ilerletmiş, “Grup Hasret” diye bir müzik grubu kurmuş. Özel günlerde, düğünlerde çalıp söylermiş. Öteki öğrencilerden en çok da Ali üstüne konuştuk. Çünkü Ali’nin özel bir durumu vardı.

Hasret ile belki bir saat konuştuk. Duygulanmıştım. Telefon kapanınca o duygu yoğunluğu içindeyken Hasret’in anlattıklarından yola çıkarak elli sene önceye gidip Ali’nin özel durumunu yazmaya başladım. Sonraki günlerde Hasret köye gelmiş, okul arkadaşlarına beni anlatmış. Onlar da almışlar benim telefon numaramı. Başladılar beni aramaya. Ali de aradı. “Kimden aldın numaramı?” diye sorunca “Haziret’ten” dedi. Demek ki köyde Hasret hala Haziret diye anılıyor. Ali ile de konuştuk, dertleştik, hasret giderdik.

Öğrencilerim beni unutmamış, elli sene sonra telefonumu bulup aramışlardı. Ben de o günleri yeniden yaşamış, öğrencilerimle yaşadığım günleri kaleme almıştım. Neden Ali’nin herkesten çok, herkesten güzel türkü söylediğini anlatmıştım. Ali sorunlu olduğu halde türkülere tutunmuş, kendini yeniden yaratmıştı. İnsan kendi kendine yardım edebilir mi? Sanırsam insana başkasından çok kendisi yardım edebilir.



Evimizde birkaç dolabımız vardı. Biri televizyonun altındaydı. İkisi mutfaktaydı. Elbise dolabımız da vardı. Ama ayrıca bir kitap dolabımız yoktu. Kitaplarım orada burada dağınık durumdaydı. Çoğu kısmı da karton kutularda paketli haldeydi. Eve yeni bir kitap dolabı yaptırmıştım. Oturma odası duvarında asılı sazımın yanında yerini aldı. İlkin, el altında ama dağınık olanları yerleştirdim. Sonra karton kutular içinde tozlanmış eski kitaplarımı çıkarıp temizleyerek kitaplığıma yerleştirmeye sıra geldi. Kitapların arasında bir de defter vardı. Alıp tozunu temizledim. Üzerinde “Ali’nin Türkü Defteri” yazıyordu. İlk sayfasını açtım. Bir halk türküsü:
Dere geliyor dere
Ya lele ya lelel
Kumunu sere sere
Yalellellim.
(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)
...............................................................................


KURBANLIK EŞEK
https://www.facebook.com/ali.varol.10485/posts/1845773002156076?__tn__=K-R


Çocukluk ne güzeldir. Çocukluk anılarımızın çoğunu unutmayız; onları yakınlarımıza, dostlarımıza anlatmayı da severiz. Anı biraz da eğlenceliyse değme keyfine...İşte böyle bir anı:
...
Bizim yaylaya çıktığımızda dağlar karlarla örtülü olur. Karlar daha erimeden ince yerlerinden kardelenler başlarını çıkarırlar. Güneşi gören çiçekler sevinir. Çiçeği gören güneş de sevinir, gülümser. Güneşin gülümsemesini görmek için karların eridiği yerlerden otlar fışkırır. Otları gören oğlaklar, kuzular gelip onlarla tanışır. Onların yapraklarını yiyerek karınlarını doyururlar. Eriyen karların aşağısında biriken sulardan eğilip içerler. Bir serçe kuşu gelip kuzuların önüne kanat çırparak konar. Oradaki kurumuş ot parçalarını ağzına alıp yuva yapmak için götürür. Yuvasını yaramaz çocukların yetişemeyeceği yüksekteki bir kaya deliğine yapmaktadır. Yaramaz çocuklar için serçe yuvalarından yavru avına çıkmak için daha zaman erkendir. Onlar şimdilik karda kaymanın keyfini çıkarırlar. Obanın yakınındaki kar yığınının yanında toplanmışlardır. Yanlarında obanın yaşlılarından Tekeli Dede vardır. Tekeli Dede çocukla çocuk olmasını bilir. Onların dilinden iyi anlar. Çocuklar da dedeyi iyi tanırlar. Onun şakalarına, tuzaklarına düşmemek için dikkatli davranırlar.

(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder