Kurtlu Elma İsterim
.Bu gün (23.01.2017) televizyonda Prof. Dr. Canan Karatay’ı izledim. Canan Hoca tutturmuş, “Kurtlu elma yiyin!” diyor. Aman Hocam, bizim insanlarımız o kadar şaşkın mı ki, kurtlu elma yesin(?) Fenni gübresi, böcek ilacı fazlasıyla verilmiş, gösterişli elmalar varken kurtlu elma yemek de neyin nesi?Ama bazı şaşkın(!) insanlarımız ilaç kalıntısı olmazmış, organik ürün diye kurtlu elmaları tercih ederlermiş. Aynı şaşkınlıktan bende de var galiba. Bir süre önce torunumla aramızda geçen bir olayı anlatıp bir öykü yazmıştım. Canan Hocamızı izleyince “ Tam sırasıdır, taşı gediğine koyalım” deyip bu öykümü sizlerle paylaşmak istedim.
(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)
...............................................................................
.................................................................................................................................................................
Ödeşme
http://ahmetler-koyu.blogspot.com/2017/07/odesme.html.(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)
Üç Tekerli Bisiklet
Kendini Yeniden Yaratmak
Derler ki: "Bırakırsan kaybedersin, direnirsen kazanırsın." Ali kaybetmek üzereyken nasıl direndi, yeteneklerini nasıl geliştirdi? Bu soruların cevabını anlatan "Ali’nin Türkü Defteri" adlı öykü nasıl yazıldı?
Telefon
çalar, bakarım, kayıt edilmemiş bir numara. Açarım; bazen yanlış numaradır,
kapatırım. Bazen bir reklamdır, hızla kapatırım. Bazen de tanımadığım
birisidir. Merakla dinlerim.
Gene
bir akşam telefonda tanımadığım bir ses:
“Hocam
ben Hasret, sizin öğrencinizim.”
“Hasret
hatırlayamadım. Hangi okulda beraberdik?”
“Elli
sene önceye geri gidelim. O zaman neredeydik?”
Elli
sene önce benim öğrencim olduğuna göre en azından elli yaşında olmalıydı. Elli
yaşın üstünde birisi benim telefonumu nereden, nasıl bulmuş da arıyor?
“Antep’teydik.”
“Tamam,
oradaki köyden hangi çocukları hatırlarsın?”
“Orası
benim ilk öğretmenlik yaptığım yer. Öğrencilerimin çoğunu hatırlarım.”
“Sen
de bizim ilk öğretmenimizsin. Biz de seni hatırlarız. Sen kimleri hatırladın?”
“Hasret
seni hatırlayamadım ama Ökkeş, Şehmuz, Ali, Kamber, Huriye, Hatice… Çoğunuzu
hatırlarım.”
“Benim
adımı siz koydunuz.”
“Nasıl
oldu bu?”
“Bana
köyde Haziret derlerdi. Birinci sınıfa kayıt yaparken, adın ne diye sorunca ben
de Haziret dedim. Sen ‘Böyle yazarsak nüfus dairesinde zorluk çıkarırlar. Adını
buraya Hasret yazalım’ dedin, öyle yazıldı. Şimdi hatırladın mı?”
“Tamam,
şimdi hatırlıyorum. Sen saz da çalardın, değil mi?”
“Sen
mandolin çalardın. Mandolinle bize türküler öğretirdin. Türkü söylemesini çok
severdik.”
“En
iyi, en çok türkü söyleyen Ali’ydi değil mi? Ali şimdi ne yapıyor?”
“Ali
köyün içinde bir bakkal açtı, bakkal çalıştırıyor.”
“İyi
de Hasret, sen benim telefonumu nereden buldun?”
“Feysbukta
resmini görüp tanıdım. Ötesi kolay oldu.”
Sonra
sohbet uzadı. Öteki öğrencilerimi sordum. Sait okuyup öğretmen olmuş. Her biri
bir iş tutup çoluk çocuk sahibi ne demek torun torba sahibi olmuşlar. Hasret de
saz çalmayı ilerletmiş, “Grup Hasret” diye bir müzik grubu kurmuş. Özel
günlerde, düğünlerde çalıp söylermiş. Öteki öğrencilerden en çok da Ali üstüne
konuştuk. Çünkü Ali’nin özel bir durumu vardı.
Hasret
ile belki bir saat konuştuk. Duygulanmıştım. Telefon kapanınca o duygu yoğunluğu
içindeyken Hasret’in anlattıklarından yola çıkarak elli sene önceye gidip Ali’nin
özel durumunu yazmaya başladım. Sonraki günlerde Hasret köye gelmiş, okul
arkadaşlarına beni anlatmış. Onlar da almışlar benim telefon numaramı.
Başladılar beni aramaya. Ali de aradı. “Kimden aldın numaramı?” diye sorunca
“Haziret’ten” dedi. Demek ki köyde Hasret hala Haziret diye anılıyor. Ali ile
de konuştuk, dertleştik, hasret giderdik.
Öğrencilerim
beni unutmamış, elli sene sonra telefonumu bulup aramışlardı. Ben de o günleri
yeniden yaşamış, öğrencilerimle yaşadığım günleri kaleme almıştım. Neden
Ali’nin herkesten çok, herkesten güzel türkü söylediğini anlatmıştım. Ali
sorunlu olduğu halde türkülere tutunmuş, kendini yeniden yaratmıştı. İnsan
kendi kendine yardım edebilir mi? Sanırsam insana başkasından çok kendisi
yardım edebilir.
…
(Ali'nin Türkü Defteri adlı öykü kitabımdan)
Çocukluk ne güzeldir. Çocukluk anılarımızın çoğunu unutmayız; onları yakınlarımıza, dostlarımıza anlatmayı da severiz. Anı biraz da eğlenceliyse değme keyfine...İşte böyle bir anı:
...
Bizim yaylaya çıktığımızda dağlar karlarla örtülü olur. Karlar daha erimeden ince yerlerinden kardelenler başlarını çıkarırlar. Güneşi gören çiçekler sevinir. Çiçeği gören güneş de sevinir, gülümser. Güneşin gülümsemesini görmek için karların eridiği yerlerden otlar fışkırır. Otları gören oğlaklar, kuzular gelip onlarla tanışır. Onların yapraklarını yiyerek karınlarını doyururlar. Eriyen karların aşağısında biriken sulardan eğilip içerler. Bir serçe kuşu gelip kuzuların önüne kanat çırparak konar. Oradaki kurumuş ot parçalarını ağzına alıp yuva yapmak için götürür. Yuvasını yaramaz çocukların yetişemeyeceği yüksekteki bir kaya deliğine yapmaktadır. Yaramaz çocuklar için serçe yuvalarından yavru avına çıkmak için daha zaman erkendir. Onlar şimdilik karda kaymanın keyfini çıkarırlar. Obanın yakınındaki kar yığınının yanında toplanmışlardır. Yanlarında obanın yaşlılarından Tekeli Dede vardır. Tekeli Dede çocukla çocuk olmasını bilir. Onların dilinden iyi anlar. Çocuklar da dedeyi iyi tanırlar. Onun şakalarına, tuzaklarına düşmemek için dikkatli davranırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder