25 Ocak 2017 Çarşamba
İmbik ile kekik yağı sıkılması.
Yurdumuzdaki bazı uygulamalar, gelenekler zamanla yok olmaktadır. Kekik yağı sıkma işi de bunlardandır. Manavgat'ın Ahmetler Köyü'nde ve çevresinde kekik yağı sıkma geleneği de son senelerini yaşamaktadır. Önceleri Tevfik Dayı yapardı bu işi. Şimdi yeğeni Mahmut Güzel devam etmektedir. Kekik yağı imbik denilen araç ile sıkılmaktadır. Bir imbik nasıl kurulur, kekik yağı nasıl damıtılır, izleyelim.
...
Daha fazla bilgi edinmek isterseniz aşağıda bağlantısını vereceğim resimlerle açıklanmış yazımızı okuyabilirsiniz:
http://manavgatliarici.blogspot.com.tr/search/label/Kekik%20ya%C4%9F%C4%B1%20nas%C4%B1l%20s%C4%B1k%C4%B1l%C4%B1r
23 Ocak 2017 Pazartesi
Susuz Çeşme
Susuz Çeşme
"Bu çeşme nasıl çeşme, su içecek tası yok.
Kırma insan kalbini, yapacak ustası yok."
2016 yılı Haziran ayı sonları. Yaylada komşular arasında su anlaşmazlığı olmuş. Keşif çıktı. Biz de gittik. Çırlavık’taki obalardan yukarıdaki Gökyalçı denilen yerdeki su kaynakları bakıldı. İnsanlarımız Gökyalçı’nın aşağısındaki yamaçta kümeler oluşturup konuştular. Yaylanın temiz havasını soludular, Çırlavık’ın çelik gibi soğuk suyunu içtiler; canlarına can katıldı.
Yamacın ortasında sağ kıyıda kayalara yakın yerde susuz bir çeşme var. Önünde de çakıllarla dolmuş beton bir tekne. Kimimiz bu çeşme ile tekneyi gördü, kimimiz farkına bile varmadı. Ben çeşme ile beton tekneyi görünce hüzünlendim. Çocukluk anılarım canlandı. Canlanıp gözlerimin önüne geldi.
Çünkü bu çeşmenin beton teknesini ben yapmıştım.
O zaman Gökyalçı’daki su kaynakları toplanmış, bir arkla bu çeşmenin olduğu yere kadar getirilmişti. Ark hayvanların gezerken yuvarladıkları çakıllarla dolmasın diye yassı taşlarla kapatılmıştı. Suların getirildiği yere bir duvar yapılmış, duvarın arasına ağaç bir oluk konmuştu. Ağaç oluktan sular altındaki ağaç tekneye akardı. Çırlavık’ta obada yaşayan insanlar içme, kullanma sularını bu ağaç oluktan doldururlardı. Bütün hayvanlar o ağaç tekneden sulanırdı. Ağaç
tekneden taşıp akan suların birikmesi için yerlere yalaklar kazılmıştı.
Yalakların kenarları hayvanlar su içerken çamur olmasın diye say taşlarla
döşenmişti. Çeşmenin sağ tarafındaki kayalıklar sürülerden birinin eşmesiydi.
Öğleyin eşmede dinlenen hayvanlardan susayanlar gelip bu tekneden sulanırdı.
Çırlavık çeşmesinin yakınında bulunan Sayyatak, Tomsubaşı, Eğrikar gibi
yerlerdeki diğer obaların hayvanları da buradan sulanırdı. Ağaç tekneler
zamanla çürüyüp eskiyince yenisi getirilip konurdu. Bu biraz zahmetli olmalıydı
ki büyükler buraya da Aldürbe Çeşmesi’nin önündeki gibi beton bir tekne yapmayı
düşünmüşler.
Tekne yaptırma işini dayım Sarı Mehmet (Mehmet Güngör) üstlenmiş. Çeşmenin
olduğu yere Akseki’den çimento torbaları develerle getirildi. O zaman motorlu
taşıtların gelmesi için yol yoktu. En çok işe yarayan taşıt aracımız da
develerdi. Yine develerle kalıp tahtaları, Kumlu Boğaz’da doldurulmuş olan kum
çuvalları taşındı. Kazma, kürek, mala, keser, bıçkı, çivi tamamlandı. Helva
yapmak için un, şeker, yağ tamamdı. Helvayı yapacak adam gerekti. Ama helva yapacak
adam bulunamamıştı. Usta yoktu. Koyunun olmadığı yerde keçiye “Abdurrahman
Çelebi” demişler. Adam yokluğunda gözler bana çevrildi. Ben o günlerde ilkokulu
bitirmiş olmalıyım. Oğlak çobanı olmuşum. Oğlak güderken boş kalınca kaşık,
oklava gibi el işleri yaptığımı; derelerde oyuncak değirmenler yapıp
döndürdüğümü görmüşler. El yeteneklerimin iyi olduğunu anlamışlar. Keser, bıçkı
kullanmasını da bildiğime göre “Bu çocuk bu tekneyi yapar. Başka usta
aramayalım.” demişler. Dayım aynı zamanda obanın en büyüğü. Herkes onu sayar,
onun sözüne değer verir. Dayım bir gün tuttu kolumdan, getirdi çeşmenin başına.
Beni beton tekne yapımı için “ustabaşı” tayin etti. Kol kırıldı, boyuna yük
oldu. Bu iş ya yapılacak, ya yapılacak. Keseri, bıçkıyı elime verdi. “Hadi başla!”
dedi. Başladık.
Dayım tabana düz taşlar döşedi. Üstüne çakıllı harç ile beton döktük. Yan
duvarların kalıplarını çakmak bana aitti. Kendi bildiğime göre yapmaya
çalışıyordum. Ama ben ustabaşı olmama rağmen dayım ikide bir bana emirler
veriyordu. “Şunu şöyle yap, bunu böyle çat…“ Dayımın işime karışması hoşuma
gitmedi. Dayımın aksi bir adam olduğunu söylerlerdi. “Kız halaya, oğlan dayıya
çekermiş.” Ben de biraz dayıma çekmiş olmalıyım ki aksilik yapmada ondan geri
kalmadım. Karışmalarına bir sabır ettim, iki sabır ettim; sonunda bardak taştı.
Keseri bıçkıyı bırakıp kenara çekildim.
“Dayı, usta sen isen al şu keseri, bıçkıyı kalıbı kendin yap. Yok, usta ben
isem işime karışma. Bak, bir daha işime karışırsan varır giderim.”
Dayım işimi beğenmiş olmalı ki, aksilik yapmadı. Yelkenleri indirdi. Mum
gibi oldu.
“Tamam dayısı. Usta sensin. Hiç karışmıyorum. Bildiğin gibi yap. Ben
ustanın yanında işçiyim,” deyip beni de yumuşattı. Ondan sonra tarif edip emir
vermedi. Yardım etti, benim istediğim plandan kalıbı çakıp, kalıbın içine
düzgün taşlarla çimentolu harç ile duvar ördük. Kalıp sökülünce duvarı sıvadık.
Güzel bir tekne oldu. Bu çeşme bir süre “Sarı Mehmet Çeşmesi” olarak anıldı.
Daha sonra değişiklik oldu mu bilmem ama beton tekne hala sapa sağlam içi
çakıllarla dolmuş haliyle duruyor. O şekilde görünce duygulandım. Eski bir
tanıdığımı, bir dostumu görmüş gibi oldum. Yardımlarını gördüğüm bir yakınımmış
gibi geldi bana. Çeşme zamanında başkalarına güzel hizmetler vermiş ki biz
burada şimdi iyiliklerini anıyoruz. Sonra da zamanı dolunca kullanılmaz olmuş,
bu duruma düşmüş.
Adama sormuşlar:
“Mamur mu çok, viran mı?”
“Viran,” demiş adam.
“Niye ki bak her taraf mamur, yeni yapılarla dolu.”
“Mamurun sonu da viran değil mi?”
Bir gün gelecek her birimiz bu susuz çeşme gibi, beton tekne gibi işe
yaramaz duruma geleceğiz. Bunları düşününce aklıma bir soru geldi, kendi
kendime sordum:
“Bu kuru çeşme, çeşme iken bile zamanında insanlara da, diğer canlılara da
hizmetler vermiş, iyilikler yapmış. Şimdi onu hizmetleri ile iyilikleri ile
anıyoruz. Acaba bir süre sonra ben de bu çeşme gibi işe yaramaz hale gelince
iyiliklerimden söz edilecek bir şeyler bırakacak mıyım geride?”
Bırakabilecek isek ne mutlu bize!
Kurtlu Elma İsterim
Bu gün (23.01.2017)
televizyonda Prof. Dr. Canan Karatay’ı izledim. Canan Hoca tutturmuş, “Kurtlu elma yiyin!” diyor. Aman Hocam, bizim insanlarımız o kadar şaşkın mı ki, kurtlu elma yesin(?) Fenni gübresi, böcek ilacı fazlasıyla verilmiş, gösterişli elmalar varken kurtlu elma yemek de neyin nesi?Ama bazı şaşkın(!) insanlarımız ilaç kalıntısı olmazmış, organik ürün diye kurtlu elmaları tercih ederlermiş. Aynı şaşkınlıktan bende de var galiba.
Bir süre önce torunumla aramızda geçen bir olayı anlatıp bir öykü yazmıştım. Canan
Hocamızı izleyince “ Tam sırasıdır, taşı gediğine koyalım” deyip bu öykümü
sizlerle paylaşmak istedim.
...
...
Kurtlu
Elma İsterim
Kurt nedir? Kurtla kuzu masalını
duymuşsunuzdur. Bir de kurtlu elma var. Kurtlu elmayı sever misiniz? Deniz
önceden hiç sevmezdi. Geçenlerde bir olay oldu. Bu olaydan sonra Deniz, “Dede
ben de kurtlu elma isterim!” dedi. Kurtlu elmayı sevmeye başladı. Nasıl mı
oldu? Anlatalım.
Deniz dedesinin yanındaydı. Oturma
odasında televizyon izlemeye başladılar. Dede sehpadaki gazeteyi alıp ilk
sayfasına şöyle bir baktı. Deniz sordu:
“Dede ne yazıyor gazetede?”
“Yurt dışına satılan yeşil biberlerde ilaç
kalıntısı bulunmuş. Biberler geri gelmiş.”
“İlaç kalıntısı ne demek?”
"Sebzelere, meyvelere hastalık
gelmesin diye ilaç atarlar. Çiftçi tam bilgili değilse, zamansız, ölçüsüz,
yanlış ilaç atarsa toplanan sebze meyvelerde ilaç kalıntısı kalır.”
“İlaç kalıntılı sebze meyveyi
yersek ne olur?”
“Bizi hasta eder. Faydadan fazla
zararı olur.”
Televizyon izlerken, konuşurken
yesinler diye babaanne bir tabakta elma, portakal ve bıçaklar getirdi. Bir
sehpa üzerine koydu.
“Elmalarda ilaç kalıntısı olabilir.
Ben bol su ile iyice yıkadım ama siz gene de soyun.”
Dede üzerinde delikler olan bir elma aldı,
kabuğunu soymadan yemeye başladı. Deniz ise kabuğunda delik olmayan bir elma
aldı, soymaya başladı. Dedesine güldü.
“Dedem delikli elmayı aldı, hah hah
hay! Dede o delikleri ne delmiş acaba?”
“Kurtlar delmiş.”
“Yani senin elindeki elmanın içinde
kurtçuklar mı var?”
“Evet!”
“Sen şimdi kurtlu elma mı
yiyorsun?”
“Evet, ne var bunda?”
Deniz dedesine bakıp yüzünü
buruşturdu. Burun kıvırdı. Ona acıyan bir tavırla baktı.
“Dede komik oluyorsun yahu! Böyle
sağlıklı elmalar varken, delikli, kurtlu elmalar yenir mi?”
Dedesi onu imrendirmek ister gibi
başını sallayıp ağzına kabuklu kurtlu elmadan bir ısırık daha aldı.
“Bu kurtlu elmalar hem daha
lezzetli, hem kabuğunda daha fazla besin var. Hem de ilaç kalıntısı yok.”
“Dede ilaç kalıntısı olmadığını
nereden anladın? Üstünde öyle bir yazı mı var?”
“İlaç kalıntısı olsa bu delikler
olmaz. Zehirli ilaç atılan elmaya kurt gelip girmez. Bu delikler, bu kurtlar bu elmada ilaç
kalıntısı olmadığının garantisi.”
Deniz elmasını soymuş, dilimleyerek
yemeye başlamıştı. Ablası mutfakta babaanneye yardım ediyordu. O sırada
televizyonda bir çizgi film vardı. Dedesi onları çağırdı:
“Çocuklar televizyonda güzel bir
çizgi film var. Gelin izleyelim!”
Çocuklar filmi ilgiyle izlemeye
başladılar. Rastlantıya bakın çizgi film elma kurtlarının yaşayışını
anlatıyordu. Elmaların içine girip çıkan kurtçuklar konuşuyorlardı.
“Biz şanslı kurtçuklarız. Bizim
bahçemizin sahibi iyi bir çiftçi. Elma ilaçsız da yetişecekse ilaç atmıyor.”
“Komşu bahçenin sahibi çok ilaç
attı anne kelebekler hep zehirlendi, öldü. Elmalara yumurta bırakamadı. O bahçede hiç
kurtlu elma yok.”
“Kurtlu elma yok ama çok ve
zamansız ilaç attığı için ilaç kalıntısı kalıyormuş.”
“Duydum, insanlar o elmaların zehir
kalıntısından zarar görmemek için hem elmayı bol suda yıkıyorlar, hem de
kabuğunu soyup öyle yiyorlar. Böylece çok besin içeren elma kabuğunu çöpe
atıyorlar.”
“Biz şanslıyız. Bizim bahçenin
sahibi zehirli ilaç atmadığı için biz yaşıyoruz. Ama bizim içinde olduğumuz bu
kurtlu elmaları yiyen insanlar da şanslı. Hem zehir kalıntısının olasılığı bile
olmadığı için elmaları rahatça kabuğu ile beraber yiyorlar. Böylece fazla besin
alıyorlar. Hem de ilaç kalıntısından zarar görmüyorlar.”
“Ayrıca kurtlu elmalar ötekilerden
daha lezzetli, daha tatlı oluyor.”
“Kurtlu elma yiyen insanlar bir
taşla üç kuş vurmuş oluyorlar.”
“Daha akıllı, daha bilgili olan
insanlar kurtlu elma yemeyi seviyorlar.”
“Ben kurtlu elma yiyen insanları
seviyorum. Onlar kurtlu elma yerse, bizim de barış içinde yaşama şansımız
artıyor.”
Çocuklar çizgi film izlerken evin
dışından bağırıp çağıran bir kalabalık sesi geldi. Pencereyi açıp baktılar. Yolda
bir grup insan yürüyüş yapıyordu. Ellerinde yazılı pankartlar vardı. Bir yandan
da hep bir ağızdan bağırıyorlardı. Pankartlardaki yazıları okudular:
“Kurtlu elmalarımızı geri isteriz!”
“Tarım ürünlerine kontrolsüz ilaç
atımına paydos!”
Yürüyüş grubu sloganlarını
söyleyerek geçip gittiler. Bu sloganlardan biri Deniz’in unutamayacağı şekilde
hatırında kaldı.
“Kurtlu elmalarımızı geri isteriz!”
Sonra Deniz dedesine baktı. Kurtlu
elmayı yeyip bitirmişti. Ortasında çekirdekleri olan az bir kısmı tabağa
koymuştu. Onu sapından alıp baktı, inceledi. Çekirdeklerin olduğu yerde küçücük
bir kurtçuk gördü. İlkin yüzünü buruşturdu. Tiksintiyle ona baktı. Sonra
televizyondaki çizgi filmde gördüğü kurtçukların yerine onu koydu. Kafasında
canlandırdı. Dedesinin yediği elmanın içindeki bu kurtçuk televizyona geçip
konuştu:
“Çocuklar kurtlu elmalardan
tiksinmeyin. Sağlığınızı düşünürseniz kurtlu elma yiyin. Hadi, kurtlu elmayı
bir deneyin. Denemesi bedava!”
Deniz’in yüzündeki tiksinme ifadesi
gülümsemeye dönüştü.
“Elmanın iyisini kurtlar bizde iyi
biliyorlar. Denemesi bedava! Hazır önümde kurtlu elma da varken…”
Tabakta ablasından kalan bir dilim
vardı. Baktı çekirdeklerin yanında kurtçuklar vardı. Kurtçuksuz kısmını ayırdı.
Kabuğunu soymadı. İkin gene yüzünü buruşturur gibi yaptı. Sonra gülümseyip elma
dilimini ağzına attı. Tadına varmak istermiş gibi yavaş yavaş çiğnedi, yuttu.
Gülümsüyordu.
“Oh be, bu daha tatlıymış!”
Açık pencereden dışarıda giden
yürüyüşçülerin köşeyi dönerken bağırdıklarını gene duydu.
“Eski kurtlu elmalarımızı geri
isteriz!”
Dedesi onu yan gözle izliyordu. Tabakta
yemek için kurtlu elma aradı, bulamadı. Deniz dedesine döndü:
“Dede, ben de kurtlu elma isterim!”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)